30 Aralık 2009 Çarşamba

günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır

1. Tek çıkış umutlarıyla aralarına duvar çekilen gazzelilerin yitirdiği ölüler artık burda senin dumanaltı salonunda...
2. kürt halkının politik temsiliyetine yapılan saldırılar, bir barış gemisinin daha ka'nın korktuğu gibi batması....
3. barış, kardeşlik laflarını kimseye kaptırmayıp da kürt halkına bir daha bu iki halk arasındaki kardeşlik umutlarını toptan rafa kaldıracak sinme politikalarını barış diye dayatanlara masanın altından bacak sürten solcular....
a. samuel yazmıştı, kürtlere akıl verme komiteleri..
b.faşistinden ulusalcısına, sosyalistinden sol liberaline kadar hepsinden alt metni "bir kürt asla eşit olamaz bir türk'e" önyargısı olan kitle tahlilleri, politik tespitler, stratejik hesaplar.
4. bunlar ve bunlar. bir yandan her yerde ellerinde telsiz, ceplerinde silah, siyah arabalardan inen takım elbiseli adamlar var. ve bu adamlar ve başka uzantıları kürtçe şarkı söyledin diye ve hatta sadece canı sıkıldı diye çekip vurabilirler seni. sadece seni değil bahçesinde oynayan kürt çocuklarını da. öyle istedi diye...belki korktu diye. ..belki korkacak birşeyi olmadığı için.
5. bir yandan ışıl ışıl, rengarenk insanlarla dolu dünya. hedy epstein 85 yaşında yahudi bir kadın, hayatı boyunca faşizm ve ayrımcılığa karşı savaşmış; bugün de gazzeliler için açlık grevinde...bugün yüzlerce kürt olmayan türkiyeli, kürt kardeşlerine omuz vermek için bdp üyesi olacaklar...belki de bu elele verme düne dek savaşın malzemesi olmuş insanların bugün barışın öncüsüne dönüşmesine yol açacak.
6. bugünü doğru yaşamanın ve ütopyaları bugünden kurma çabasının harekete dönüşmeye başladığı bir çağdayız. ışıl ışıl bir ekranın ardından tüm olanları ve olasılıkları görebiliyoruz belki de ondandır.
7. sağolasın walter benjamin. şimdiki zaman kayıp giderken tutunmanın yasalarını öğrettiğin için.
8. peki şimdiki zamanın kayıp gitmesinden hüzün duymamayı kimden öğreneceğiz? (öğrenilmez yaşanır mı yoksa, yoksa bu da kedilerine eşeleme hareketi gibi bir "türe özgü davranış" mı?)

9. ben öğrenemedim orası kesin...bazıları daha kolay öğreniyor. genetik olabilir bu öğrenme yeteneği, kardeşim de öğrenemedi çünkü. hala dünde yitip gitmiş nesne ve imgeler topluyoruz ikimiz de.
10. öğrenmek çok matah bişey mi diye düşünüyor insan bunu ilk fark ettiğinde ama işte tam da ka'nın hediyesinde söylediği gibi "tanıdığım herkes hala hayattaydı" cümlesini kurmak da geri dönüşsüz bir kopuşa yol açıyor. ilk cenazeye katılma yaşı ile olgunluk arasında ters bir korelasyon olmalı, insan 28 yaşına gelmiş de hala ailesindeki insanların ölümsüz olduğunu sanmışsa bunu fark ettiğinde bi tuhaf oluyor.
11. hem sonra doğa da, toplum da hiç iyi davranmıyor açıkçası insana, yüzyıllardır doğayı sömüren bir sisteme onay vermiş olmanın bedelini fiziksel, insanları sömüren bir sisteme onay vermenin bedelini ise bitmek tükenmez psikolojik aksamalarda bir güzel ödüyoruz, görün bakın kızılderililer haklı çıkmadı mı?
12. gerçi bunu derken bir taraftan insanlığın doğayı anlamak konusunda atmış olduğu adımları görmezden geldiğimin de farkındayım, ortalama insan ömrünün uzaması falan filan işte. "amansız hastalık"tansa "H1N1"virüsünden ölüyoruz artık, bu bile bişeydir.
13. cümlenin içinde ölüm varsa geri kalan tüm kelimeler "hiçbirşey"dir.

14. bu aralar bir "savaş" iki "hastalık" gündemi var, ikisinin de yolu ölümlere çıkıyor. artık kötü hastalıkların teşhisleri konulabiliyor benim arkadaşlarıma da.
15. şu geçirdiğim grip azılı bir domuz gribi olabilir ve belki ben de "sapasağlamdı ama öldü" başlığı altında bir gazete haberi olabilirim. düşünürken afakanlar bassa da bu hepimizin başına gelebilir. hatırlatmak da bana mı düştü? hatırlamadan yaşayınca insan kendini şapşal hissedebiliyor sonrasında da o yüzden yani...

16. pavlov deneylerini yaparken asistanlarından biri bolşevik devrimini haber vermiş, pavlov "böyle abuk subuk haberlerle benim çalışmamı bölmeyin" diyerek kovmuş adamı...bu çağda bu memlekette desin bakalım bunu pavlov efendi? "projeniz onaylanmamıştır" diye bi zarf alıversin bakalım rektörlükten, fareyi karşılarız ama köpeği karşılayamayız falan dese bütçe insanları pavlova.
17. bilim burda her zaman politikadır, çoğunlukla da psikoloji...
-bu deneydeki kullanılacak malzemeler ve oda sayısı yeterliliği açısından x labaratuarının uygun olduğunu düşündüm.
-orda yapamazsın deneyini
-neden?
-çünkü ben ordaki hocayla kavgalıyım.
hahahaa. bu diyalogun böyle olduğunu mu sandınız hakkaten? ilk cümleden sonrası "katiyyen sorma bile böyle birşey, unut o işi" gibi bir otorite yansıttı üstüme pek sevgili antifaşist hocacım.
18. 60 fareyi öldürdükten sonra aynı insan olacak mıyım onu merak ediyorum.

19. haftalardır labaratuar ve dünya arası gidip gelen düşüncelerim gece yatağa yattığımda ve bir de ka'nın hediyesini alınca üzerindeki yasağı tam kaldırmadığım "ben" bölgesine uğradı.

20. güle güle boncukkedi. bir kedi cenneti varsa benim kediciklerime selam söyle oldu mu, hem oynarsınız da belki hep birlikte...

17 Kasım 2009 Salı

ellis'e iade-i itibarım

gün gelip de anarşizan bir çabanın altından kognitif davranışçı terapinin en eski yaklaşımının çıkacağını rüyamda görsem inanmazdım.

gerçekçi ve rasyonel olmayan bir ruh halinden kurtulmanın yolunu bulmaya çalışırken ellis'i yeniden keşfetmek düşüncenin bir cilvesi olsa gerek. ya da dünyanın...neyse düşündüğüm yöntem şuydu

1. yazmak. kimsenin okumayacağını bilerek olduğu gibi yazmak.
2. sürekli yazdığını okumak ve düzeltmek.

burdaki asıl çaba şu; devrik cümleleri ve irrasyonel çıkarımları ayıklamak.

bu sürekli rekonstruksiyon sonucu en büyülü şeyler bile renksizleşiyor, o büyünün kafasından vazgeçmeye hazır olmadan girişmemek gerekiyor bu iş. ya da girişsen de fayda etmiyor zaten bunu yapacak motivasyonun olmuyor.

14 Kasım 2009 Cumartesi

rüya V

bir zamanlar üyesi olduğum partide az konuşulur, çok iş yapılırdı. örgüt denen şeyin nasıl birşey olması gerektiğine kafa yormuş olan herkes bilir ki bu etkin ama geriletici bir tarzdır. zaten çok gerilemeden kaçtım, onlar gerilemeye devam ettiler. en son kemalist bir yatakta threesome için birilerini daha kandırma peşindelerdi, bi de bayrak derler bazı bazı, vatan falan, sık sık emperyalizm ve satır aralarında binlerce kere ulus devlet. Ama hep devlet, hep iktidar, ağababalarına her daim konfor, kitlelere konformizm.

dün rüyamda onlar vardı, parti ise kocaman bir bardı. sonradan nasıl olduğunu kimsenin anlamadığı bir şekilde parti başkanı yaptıkları yoldaşım (kalbimde bir yerlerde hala yoldaşımdır) barın kapısında duran gözleri uykusuzluktan kaymış bir bodyguarddı halbuki o adamın ne olursa olsun yorgun göründüğüne uyukladığına şahit olmuş değilim, dedim ya severim kendisini. halen onların kimliğini cüzdanımda taşıdığım zamanlarda bir sevgilim vardı onun da cüzdanında bir adet amblemli kimlik vardı ama o sevmezdi bu sonradanbaşkanolmuşyoldaşımı...sonradan başkanolmuşyoldaşım da ondan hiç hazetmezdi, hatta galiba onunla sevgili olduğum zamanlardan benden de...20li yaşlarını sürüyordu herkes, böyle şeyler olur ergenlikte.

işte o bara o eski sevgilinin ablasıyla gittim. (kendisinden birkaç yıldır, ablasından da tanıdığımdan beri hiç hazetmemekteyim bu arada bunu söylemem lazım) sonradanbaşkanolmuşyoldaşımla bir masaya oturduk, mutsuz olduğunu anlatıyordu adam ablaya, "öldürdüğüm kızımızın laneti üstümde" diyordu ve gerçekten de çok mutsuz ve hatta kahrolmuş görünüyordu. onları yalnız bırakmam gerekiyordu (ahlaki olarak) ama başka bir ahlak meleği de doğru olmayan birşeyler döndüğünü söylüyordu çünkü gerçekte bu ikisinin arasında birşeyler geçmediği gibi, o kürtaj hikayesinin de ne kadar başka bir hikaye olduğunu hem gerçekte hem rüyada çok iyi biliyordum. onları yalnız bıraktım sonunda ve barı(partiyi) gezmeye başladım. bir salonda mk toplantısı yapılıyordu, oraya girdim, ne de olsa bar, gizlilik güvenlik ayağı çekmediler bana. herşey eskiden nasılsa öyleydi, şimdi ismini unuttuğum insanlar falan ama gariptir yaşlanmışlardı. 5 yıl içinde eskimişlerdi gerçekte olması gerektiği gibi. "eşyaları toz kaplıyor insanları yaşlılık" diye düşündüm, söyledim de galiba bunu onlara.

masaya geri dönerken birbirine bağıran çağıran insanlara rastladım ki bu o örgütün geleneği gibi bişeydir, üstler astlarına bağırır durur habire (düşündükçe öfkeleniyorum)

sonra olmazolasıca ablayla birlikte dışarı çıktık, sabaha karşı istiklaldeydik ve o bana kardeşine ne hediye alacağını soruyordu. "saat al" dedim ve hatta saati tarif ettim, simsiyah bi saat. "niye yalan söyledin o çocuğa?" diye sorduysam da cevap vermedi bomboş istiklal caddesinin karanlığında kayboldu.






8 Kasım 2009 Pazar

herkes kendi yatağında...

insanın başına her gün gelmeyecek, hatta bazı insanların hayatına ömürleri boyunca uğramayacak bir duygu halinden, karmaşadan geçiyorsan anlatmamalısın çünkü söz "yalan"dır her zaman. o asla bir pipo değildir ama bazen bir pipo sadece bir pipodur.
anlatmamalısın ve zaten senin imgeleminde kurgulanmış birşeye başka imgelemler katmamalısın, üstelik de tüm ilişkilerin bir yönelimi, ilişkideki tüm tarafların birbirine karşı bir konumu vardır ve birçoğumuz da bunları her duruma göre esnetecek kadar açık zihinlere sahip değiliz.

hikayeni kendin bütünle...kendi nehrini kendin çağlat.

31 Ekim 2009 Cumartesi

catharsis

---bu gece sorduğun sorulardan birinin cevabı bu----

26 Ekim 2009 Pazartesi

off we go...

görüyorsun ki artık hayat seni en beklemediğin yerlerde bile direnişe çağırıyor. bakmayı bilirsen her yerde bir direniş olasılığı, herkeste sadece direnmekle tatmin olacak bişeyler var.

A LAS BARRICADAS...

--FARMAKOLOJİ VE NÖROLOJİ DİRENİŞ CEPHELERİDİR.
--BİLİNCİNİ KULLANABİLEN İNSAN BİLİNCİNİ DEĞİŞTİREBİLEN İNSANDIR (HEMEN ÖZNE..HEMEN!)
--BİLİNCİ DEĞİŞTİRMEK İÇİN BİLİNCİN BİLGİSİNE SAHİP OLMAK ELZEMDİR.
herşeyin fiziksel ve kimyasal olduğunu kabul ettikten sonra tarihin maddeden farklı bir işleyişi olduğunu kabul etmek tutarsızlık değil mi?
belki doğada sistemler nasıl değişiyorsa,tarihte da aynen öyle değişiyordur.

no doxa!

Nothing we can perceive of our environment is a direct grasps full reality, what we perceive is a twisted understanding of a limited access to reality.

nothing we can talk of can reach beyond the boundaries of our images. But exactly are the process of those images which act in and even change the physical environment?

There we need the help of Spinoza to help us assume that nothing we can know of are more than piles of proteins synthesized and stored in brain. bunch of chemical and physical causality twisted in many levels and maintains selection for it is beneficial for all levels of substance. You are attributing fear to events because your neural processes fire differently at that time causing a protein synthesis. Your fear may become extinct through different processes which will eventually result in a better image of your self. What we refer to as substances, attritutes and modes are different mental representations through our very own subjectivism and led by the same course of nature however categorized under different paradigms in every sense. Commensurability is essential for an integration of all our knowledge on all courses of nature.

But are we sure that those processes are nomological and deterministic. Our consciousness floats in time in its own movement where we look at and see "evolution". It has taken millions of years for human understanding to come to realize the significance of time over substance in all levels.

Let's see where consciousness leads us?
Or can we lead it?

24 Ekim 2009 Cumartesi

LİMİTS

CONSCIOUSNESS IS A VESTIGIAL ADAPTATION...MAYBE NOT AS A WHOLE BUT WHO SAID CONSCIOUSNESS WAS A WHOLE ANYWAY? AT LEAST SOME ASPECTS TO IT ARE VESTIGIAL FOR SURE SINCE WE HAVE RUINED THE HELL OUT OF OUR PRIMAL SOURCES OF LIFE IN OUR ECOLOGICAL NICHES. CONSCIOUSNESS IS A VESTIGIAL ADAPTATION WHICH WILL EITHER LEAD ITS WAY THROUGH EXTINCTION OR A SOLUTION..THIS IS NOT A TELEOLOGICAL STATEMENT, IT IS PURE NON-DETERMINISM ON THE EXACT OPPOSITE.

BUT THE BASIC PROBLEMATIC ABOUT CONSCIOUSNESS IS ITS CAUSALITY WITH PHYSICAL EVENTS SINCE CAUSALITY IMPLIES DETERMINISM AND NOMOLOGY. HOWEVER SOME FUNCTIONS OF MIND SUCH AS CHOICE IS ANOMAL.

MAYBE CONSCIUSNESS IS JUST A POSSIBLE PARADOX SCIENCE TELLS US THAT EVERYTHING IS POSSIBLE AND UNUSUAL. PARADOXES EXIST IN NATURE, RIGHT? OR ARE THEY ONLY CONCEPTUAL AND IMAGINARY? OR THAT THEY LEAD US TO DOORS THAT LANGAUGE AND DISCOURSE IS THE PANDORA BOX OF ALL THE INCONSISTENCY GOING ON AROUND HERE?

THE ASSUMPTED SOLUTION TO THE QUESTION IS A MENTAL PROCESS AIMED AT "EXPLAINING" ITSELF. BY THE WAY CONSCIOUSNESS REALLY SUCKS IN GRASPING THE REALITY OF NATURE AS DISPUTED BY MANY INTELLIGENT PEOPLE. SO WHY ARE WE ANTICIPATING OUR MINDS AT THIS GIVEN TIME TO FIGURE OUT THIS PARADOX WHICH IS ABOUT ITSELF? WE WOULDN'T HAVE THE PROBLEM IN THE FIRST PLACE IF OUR MINDS HAD THE CAPACITY TO SOLVE IT.

BUT AS I HAVE TOLD BEFORE CONSCIOUSNESS FLOATS IN TİME. AND WE DON'T KNOW WHAT OTHER TIMES WILL BRING.

23 Ekim 2009 Cuma

resistance is everywhere, everyday

yapılar çöktü...sistemler tek darbeyle yıkalacak yapılar değil.r..baskıyı ve sömürüyü(esas olan sömürü mü baskı mı-ya da iktidar?) tüm akıldışılığıyla kendini her yerde kuruyor. kök salan, dallanıp bu birşeyi tek bir balta darbesinde nasıl yere indirebilirsin ki?
biz de ağlar halinde örgütlenirsek, hem de bu sefer sadece sömürüldüğü sözleşmelerle ortaya konanları değil, tüm ezilenleri yanımıza alırsak, , militan bir hayat kurgusuna transfer olmak zorunda kalmadan ama bazen sokağa çıkmaktan da yerinmeden, sokağa çıkamayanı yanımızdan itmeden, bizle aynı kitapları okumayanı buna mecbur etmeden olduğumuz her yerde her alanda baskıya ve sömürüye karşı elimizdeki tüm araçlarla direnirsek belki bir yerinden çökertir, belki soyumuzun devamına daha elverişli bir dünya kurabiliriz.
,

22 Ekim 2009 Perşembe

poincaire'den

"The scientist does not study nature because it is useful; he studies it because he delights in it, and he delights in it because it is beautiful. If nature were not beautiful, it would not be worth knowing, and if nature were not worth knowing, life would not be worth living. Of course I do not here speak of that beauty that strikes the senses, the beauty of qualities and appearances; not that I undervalue such beauty, far from it, but it has nothing to do with science; I mean that profounder beauty which comes from the harmonious order of the parts, and which a pure intelligence can grasp."


20 Ekim 2009 Salı

save yourself, don't leave the house

bu ülkenin 90'lı yıllarında, bir pik olarak 95-96'da unutulmuş, bastırılmış, köşeye sıkıştırılmış birşeyler ortalığa saçıldı, üniversitelerden ve emekçi mahallelerinden sesler yükseltenlerin şanslı olmayı başaranları tarihin en çabuk yaşlanan devrimcileri olarak kübiklerde ve alışveriş merkezlerinde geçen yeni hayatlarını kurmakta zorlanmadılar..bu şarkı hepsine gelsin...faşizme karşı direnişin ağlak bir romantizmden başka birşey katmadığı, yeni bir dünya düşüncesinin ise zaten yenilmeye mahküm bir ütopya olduğunun ötesinde bir politik öngörü kazanamamış herkese...
keşke eski solcuların reklamcı olmasının kaçınılmaz, kapitalizmin yenilmez olduğuna o kadar kolay ikna olmasaydınız...keşke kapıldığınız o dalgada yüzmeyi de biraz olsun öğrenebilseydiniz...keşke türkçe yazılmış en ironik küçük burjuvazi eleştirisini deftere geçireceğinize biraz aynasına baksaydınız...konformizmin politik bir tercih olduğunu anlasaydınız...
o zaman şimdi facebookta direnişleri selamlayıp, sanal sözlüklerde muhalifliği kimseye bırakmayıp, sonra batasıca şirketlerinizi kalkındırmak için toplantıdan toplantıya koşmakta zorlanırdınız belki...kürt çocukların kaderine gözyaşları dizip kendi veletlerinizin sınıfsal donanımı eksik kalmasın diye zamanınızın çoğunu alışverişe harcarken bi durup "napıyorum ben" derdiniz...ama tiksinmeden kurduğunuz küçücük düzenleriniz, evleriniz, plasmalarınız, ikea turlarınız, bebek bakıcılarınız, modern çağın gerekleri diye gerekçelendirdiğiniz meta fetişizminiz, gerekçelendirme gereği bile duymadığınız korkaklığınız sizi bu gidişattaki gerçek yerinize koyarken vicdanınız ve bilinciniz facebookta iki tıklama ile susuyorsa belki sizin tarafınız zaten orasıydı.
PASS IT ALONG/CHUMBAWAMBA
send this song to twenty people
add your name, don't break the cycle
pass it along by word of mouse
save the world, don't leave the house
because a virtual office in a virtual home
means you'll never have to drive through the wrong part of town
pass it along by word of mouse
save the world, don't leave the house
pass it along, don't leave the house
pass it along, don't leave the house
where do you want to go today?
somewhere you could never take me
pass it along, pass it along
so here's your final resting place
your heaven is protected by security gates
shut out the world, it's getting worse
save yourself, don't leave the house
because a happy future is a thing of the past
and there's always another repeat (repeat)
shut out the world, it's getting worse
save yourself, don't leave the house
pass it along, don't leave the house
pass it along, don't leave the house
where do you want to go today?
somewhere you could never take me
brave new world population one
just pass it along...

19 Ekim 2009 Pazartesi

o çocuklar

niye sürekli evlat ediniyorum rüyalarımda? çocukları da pek sevmem üstelik, kediler bin kat iyidir.
bu sefer de mermileri gazetecilere gösterip "bunlar bizim kalemimiz olmuş" diyen kızı evlat edinmişim. salonda oturuyorum o da oynuyor, "sürekli politik demeçler vermek zorunda değilsin, kaç yaşındasın daha?" diyorum ve açıkçası öğretilmiş laflarla konuşmaya bu kadar hazır olmasını çocuk cinsinin iticiliklerinden biri sayarak biraz da kızıyorum.

bu rüyayı gördüğüm bi de utanmadan yazdığım için tüm kürt çocuklarından özür dilerim. ceylan için yapılan eylemde o sloganı attıktan sonra pişman oldum sanırım biraz ondan. hem o yazı da kafamı karıştırdı biraz...çocuklar ne özne ne nesne olsun, kendi deliliklerinde koştursunlar, saçmalasınlar isterim...

çocukluk baki değildir...varolma hakkı tanımadığınızda van gölüne gitmek için evden kaçar.

27 Eylül 2009 Pazar

empathy?

empathy is an illusion...the concept of empathy is based on the assumption that one can possibly simulate a function of a large neural network of an other's unique imprints with his/her own unique biochemical internal environment..
so maybe it is an illusion that also plays a significant role in civilization which makes it a subtle issue and reveals another part of civilization based upon illusions rather truth.

14 Eylül 2009 Pazartesi

the answer precedes the question



"I think I spent 30 years of my life, trying to become something, I wanted to become good at things, I wanted to become good at tennis, I wanted to become good at school and grades and everything I could do, in that perspective, I'm not okay the way I am but if I got good at things. I realized I had the game wrong, because the game was to find out what I already was. "

demiş ram dass. aşağıdaki alıntı ise foucault'ya ait

"I don't feel that it is necessary to know exactly what I am. The main interest in life and work is to become someone else that you were not in the beginning . If you knew when you began a book what you would say at the end, do you think that you would have the courage to write it? What is true for writing and for a love relationship is true also for life. The game is worthwhile insofar as we don't know what will be the end. My field is the history of thought. Man is a thinking being."

alpert subjektif görünümlü genellemesini, foucault genelleme görünümlü subjektif gerekçelendirmesini yaparken kübiğinden seslenen J olaya şöyle bir pratik çözüm getirdi

"if the main interest is to become someone elseshould you know exactly what you are
shouldn't you?
so that you don't end up the same"









3 Eylül 2009 Perşembe

essence of life

en kötü kokan şey? kardeşimle de tartışmıştık, evet...çürümüş patates. bilmemneis bilmemneosis dedi mikrobiyolog olan ece...kangren bakterileriymiş...çürükçül bakterileri mi?...hayır tam değil.

iğde ağacına tırmanıp tüm ceplerini iğde doldurur, bir dağ başında bir dereden su içer gibi insan etine saldırıyorlar...bizim neyi estetik veya hoş kokulu bulduğumuz umurlarında bile değil.

babamın ve annemin sömürülerek veya başkalarını sömürerek kazandığı para cebimdeyse
en az iki günde bir markete gidiyorum. başkalarının öldürdüğü başka canlıları o parayla satın alıyorum. eve gelip günden güne tükenen suda yıkıyorum...bazen de aynı parayla çevremdeki yaşamın birazını yoketmek için başka birilerinin labaratuarda ürettiği bileşikleri alıyorum...

ama zaten biz hepimiz böyle yapıyoruz ve bunu hepimiz yapıyor olduğumuz için ne yaptığımızı fark etmiyoruz..kangren bakterilerinden daha pisiz.

27 Ağustos 2009 Perşembe

oliver sacks

"Neuropsychology, like classical neurology, aims to be entirely objective, and its great power, its advances, come from just this. But a living creature, and especially a human being is first and last . . . a subject, not an object. It is precisely the subject, the living `I,' which is excluded from neurology" (Sacks 1984, 164)

29 Temmuz 2009 Çarşamba

hoşçakal güzelim...


"there walks a lady we all know,
who shines white light and wants to show
how everything still turns to gold"



Yaşamın bir hak değil rastlantı olması ne kadar kötü bir gerçek. Eğer böyle olmasaydı o yaşardı. Çünkü yaşamayı hak eden biriydi. Güzellikleri takdir edebilen, zihnini ve ruhunu değiştirmekten korkmayan, düşüncelerinin gerektirdiği adımları cesaretle atabilen insanlar yaşamın hakkını veren insanlardır. Duygu bu insanlardandı.

Bir gece yarısı denizi izlemekle yetinmeyip kendini çırılçıplak yüzmeye bıraktığında kimse şaşırmadı.

“Duygu işte…” Onu tanıyan herkes en az bir kez gülümsedi. Duygu bir eylem yapmadı, bir şeyleri protesto etmek için soyunmadı, kimseye bir şey kanıtlamaya çalışmadı. O sadece “öyle istedi” ve “öyle yaptı”. Karşısında polisleri ve kameraları bulduğunda bir Bertolucci karakteri gibi en ufak bir tereddüt göstermeden, kendini saklamadan, telaşa düşmeden, utanmadan çırılçıplak ayakta durdu.

“Siz üzerindeki bu giysiler olmadan insan değil misiniz?”

O giysilerin arkasına saklanıp cinayet işleyenler, işkence yapanlar, tecavüz edenler yine o giysilerin arkasına saklanıp tüm bunlar yüzünden kahraman ilan edilenlerin çoğu gerçek bir çıplak bir kadını ancak para, nikah ya da şiddet yoluyla görebilirler. Bu üçünü birden kullansalar bile tırnağına dokunamayacakları bu kadının çıplaklığını, üstelik de çıplaklığından utanmamasını açıklamak için başka bir kategori lazımdı. “Gerekirse seni tedavi de ettiririz.” Öyle ya eski bir numaradır bu; kelepçe olmazsa deli gömleği…Herkesi hapsedecek bir yer, herkesi tıkacak bir kategori bulunur elbet.

Elbette ki bayağılık, çiğlik, çirkinlik saçarak çarklarını döndürenler bu fırsatı kaçırmadılar. Onlar için “Çıplak bir kadın” asla sadece çıplak bir kadın olmadı çünkü tıklanacak memeler, resim altına yapılacak yorumlar dolaylı da olsa para demektir. Bu salyaların ölüm karşısında bile zerre kadar saygıyı esirgemek bir yana daha da çok saçılması, o resimlerden dolayı kaybettikleri onca davadan hiç bahsetmeyip basmakalıp bir “alkolik, ilgi yoksunu, kişilik sorunları olan kayıp genç” stereotipi çizme çabası ve yine o resimler, mutlaka o resimler.

“Ben özgürüm”

Demişti di mi? Dün o resimlerin altına “özgürsen ben de sana tecavüz etmekte özgürüm o zaman” yazarak yorum yaptığını sananlar, bugün “kendi düşen ağlamaz” diyerek metafor parçalıyorlar. İçinde iyiden güzelden yana bir kırıntı bile olmayanların özgürlüğü sadece kötülüğün serbest kalmasıdır. Ne adaletsiz ki onlar yaşamaya tüm çirkinlikleriyle devam ediyorlar.

“Bir insanın giysilerini çıkarması bu kadar mı sorun olur?”

Giysilerinden başka bir şeyi olmayanlar için olur işte. Kurallarını, yasalarını, düzenlerini tüm çürümüşlüğü ve akıl dışılığıyla olduğu gibi koruma saplantısında olanlar için olur. Ve o zaman üniformalara karşı çıplaklık, çirkinliğe karşı güzellik, çürümüşlüğe karşı tazelik, katılığa karşı değişim, korkuya karşı cesaret, somurtkanlığa karşı coşku, yasaklara ve kurallara karşı ise doludizgin yaşam olur. Ancak o zaman bir çıplak kadın, “sadece bir çıplak kadın” olur.

Tüm çıplaklığın, cesaretin, yeteneğin, güzelliğin, coşkunla, o güzel aklınla, yürekli yüreğinle yaşamayı sonuna kadar hak ediyordun sen. Ne kadar iddiasız, ne kadar da mütevaziydin bunca değer taşıyor olmana karşın. Ardından herkes söz birliği etmiş gibi “kendinden başka kimseye zararı dokunmadı ” dedi. Hafızamı zorladım ve incittiğin, kızdırdığın kimseyi hatırlamadığımı fark ettim. İncinmekten, yaralanmaktan, değişmekten korkmadan ama kimseyi incitmeden kucakladığın yaşama o kadar yakışıyordun ki birçoğumuz ölümünün gerçekliğini hala kavrayamıyoruz.

Ama dünya dönmeye devam edecek. Bir gün gelecek ve artık ağlamayacağız. Hepimiz kredi kartı ekstresi öder olduk, kimimiz birilerini işten çıkardı, bazılarımız kendimizi daha büyük toplamlar üzerinden var etmeye çalıştı. Aynada kırışıklarımızı saydık, bazılarımız her sabah tartıldık, düzenli ilaçlar kullanmaya başladık. İnanmadıklarımıza inanmaya, inandıklarımıza inanmamaya ama hep daha az inanmaya başladık. Bazılarımız aramaya, bazılarımız bulduğumuzu sanmaya devam ettik. Her gün biraz daha ciddi, daha soğuk, daha mutsuz, daha yorgun bir ortalamaya düştük. Değişmeye, dönüşmeye, düşmeye, çıkmaya, uğraşmaya, çalışmaya, bıkmaya, belki daha az ağlamaya ama mutlaka daha az gülmeye devam edeceğiz.

Kimimiz birazcık daha, kimimizse biraz daha uzun süre boyunca yaşlanacağız. Ama sen hep 27 yaşında kalacaksın, kimimizin aklında simsiyah saçlı bembeyazlığınla, kimimizin aklında sahnede upuzun sarı saçlarınla ama her zaman böyle gencecik, böyle yürekli, böyle coşku dolu, böyle yaşama hazır, böyle yaşama yakışan halinle. Ama zaten sen hep böyle kalacaktın… belki seni tanımayan kimse inanmaz buna ama öyle kalacaktın.

14 Haziran 2009 Pazar

''istersen gelirsin, gelirsen gorursun, gorursen bilirsin, bilirsen anlarsın, anlarsan tanırsın, tanırsan seversin''
Ali (bin Ebu Talib)

26 Mayıs 2009 Salı

rüya IV

Lost artık sonuna yaklaşırken benim için taşıdığı heyecanı yitirmek üzere, sanırım bunda daha heyecan verici birşey olan Dr. House'la tanışmamın da etkisi büyük. Şu son sezonun (5) ilk birkaç bölümünden sonra beni heyecanlandıran tek şey Rose ve Bernard'ın yaptıkları seçim oldu.

Yine de rüyalarım sanıyorum ki biraz geriden takip ediyor. Newroz, ben ve bir misafir evimin yakınındaki caddeden yukarı doğru yürüyerek pastane arıyoruz. O sırada ben fırının yanında fırıncıların masa atıp çay içtikleri köşede bir tezgah görüyorum, kaldırımın kuytusunda yalnız başına bir pastane tezgahı, un kurabiyeleri, içi reçelli üstü çikolatalı kuru pastalar. Herşeyiyle çok eskiye ait, hafif paslanmış parlak tenekeden camekanın arkasında üçer raflı iki bölme, bir yanda tuzlular diğerinde tatlılar. Sokağın ortasında öyle geçmişten gelmiş, öyle garip duruyor ki newroz ve misafir yürüyüp giderken önünde kalakalıyorum, bu kadar eski, bu kadar geçmişten olmasını hayran hayran izliyorum ve 5 lirayı son gördüğüm zamanı düşünüyorum. Avşa'daki yazlık fırınlardan birinin yine aynı böyle olan tezgahının üstüne saymıştım bir sürü 5 lirayı. Epey eski bir anı olmalı çünkü sonrasında hatırladığım ilk makul para 100 lira ki kendisi ilkokula başladığımda günlük harçlığımdı. İşte o tezgahın karşısında fırının kapısına yaslanmış kardeşimle harçlıklarımızı birleştirerek aldığımız ve bisikletle gittiğimiz deniz kıyısında yediğimiz poğaçaların, içinde ne olursa olsun şimdi koşa koşa işe ve okula yetişirken aldığım poğaçaların yanından bile geçemeyecek güzellikte olduğunu, pastane denilen mekanlarda satılan daha albenili ve daha avrupalı pastaların, anneyle alışveriş sonrası gidilen pastanelerdeki beyaz plastik kaplardaki spangle ile limonata lezzetine asla erişemeyeceğini düşünüyorum.

Sonra yaslandığım kapının ardından bir kadının çığlığını duyuyorum. Kapının ardında olanları görmüyorum ama biliyorum ki orda bir kadınla bir erkek tecavüz oyunu oynuyorlar, gerçek bir tecavüz yok. (bundan sonrasını anlatmak bilmeyene lost anlatmaktan hallice) Ben daha önce, çok eskiden o kapıya yaslanmış, aynı çığlıkları duymuş ve gerçek sanmışım bu yüzden de şimdi hatırlamadığım epey karmaşık işlere sebep olmuşum. Ama o anda o zamana geri gidiyorum (ya da onlar geliyor) işlerin öyle olmadığını anlıyorum. Lost'taki kurgular gibi birşeye birinin tanık olması, sonra aslında onun ne olduğu ve bunların zamanlararası olması gibi, epey karışık.

Yolculuk eden ben miyim, onlar mı?

24 Mayıs 2009 Pazar

tanpınar'dan (saatleri ayarlama enstitüsü)

"herkes kendi oldu ve böylece herkes birbirine benzedi"

23 Mayıs 2009 Cumartesi

It is sometimes impossible to answer some questions. And mostly, the absence of a plausible answer is the result of a wrong question. The questions are sometimes wrong because they quest on objetively indefinable concepts or attempt to generalize dissimilar entities. But still thinking and searching on them are irresistable. So maybe the best way to deal with these uncertainities is keeping to ask, keeping to try to find an answer but accept the fact that you will not reach a conclusion or a desicion.
Because some matters are not for you to decide, they are for you to think on them.

Some examples to this condition;

1. "Is there a god?" is one of the wrongest questions asked by all the people beceause what it asks about is impossible to define. If I believe in a god which creates blooming I am believing in something subtle, that is my subjective definition of the concept of "god" and it surely has an objective existence. But it doesn't allow me into a belief in a god which sits upon the sky judging people and contemplating punishments for the sins they commited neither gives me right to decide on that definition of the god is not sensible. Experience is our primary source of knowledge and it is fully subjective and indefinable. You cannot dismiss any experience based on your own experiences. Therefore you cannot reach to a conclusion on whether the spiritual experiences told by people are metaphysical and non existant.

--to be continued--

22 Mayıs 2009 Cuma

esrar ve kültür

İnsana toprağinda neyi yetiştirip neyi yetiştirmeyeceğine ilişkin kısıtlamalar getirilmesinin çok uzun bir geçmişi yok. İnsanın toprakla temas kurmadan yaşamasını mümkün kılan yerleşim biçimlerinin de. Ve aynı zamanda topraksız ve uygarlığa bağımlı insanlara zihinlerini nasıl çalıştırmaları gerektiğinin dikte edilmesinin de.
O yüzden de bir yüzyıl öncesine kadar toprağa bağlı yaşayan, o toprakta yetiştireceklerine kendi aklı ile karar veren ve o aklı nasıl kullandığı ile ilgili çoğunlukla cezalandırılmamış insanlığın yarattığı kültürlerin torunlarıyız. Biz yediklerimizden aldığımız molekülleri vitamin, kozmetik veya uyuşturucu diye sınıflandırnadan önce çok uzun bir tarih boyunca ürettiğimiz değelerin bir kısmını değiştirilmiş bilinç durumlarında ortaya koyduk. Tanrıyla birleşmek,varlığın sırrına ermek için, daha iyi savaşmak, açlığa karşı daha dayanıklı olmak için veya cinselliğimize büyü katabilmek için kullandığımız bitkilere uygarlığımızın da bir kısmını borçlu olduğumuz çok açık. LSD'siz bir Timothy Leary, meskalinsiz bir Aldous Huxley ya da esrarsız bir Bob Marley'nin aynı yaratıcılığı gösterebileceğini öne sürmek bu yaratımları bütünüyle madde kullanımına atfetmek kadar abesle iştigal. Kaldı ki insanlık 8bin yıldır bilinç halini değiştirmenin yollarını biliyor, dumanı ve kafası olmayan hiçbir inanç sistemi yok, modern ordular da dahil askerlerinin daha iyi savaşması için eksojen bir madde kullanmamış hiçbir ordu gösteremezsiniz.
Yasaklardan bazıları herşeyin siyah beyaz olduğu son kerteye gelene dek çok mantıksız olmayabilir. Ama bugüne dek kimseyi öldürmemiş ve hatta bazılarını tedavi etmiş bir bitkinın topraktan çıkmasını yasaklarken 3 yaşında çocuklara beyne hasar verdiği çok iyi bilinen bir labaratuar ürününü doktor eliyle sunmak mantıklı değil.
--devam edecek--

14 Mayıs 2009 Perşembe

Huzur'dan (Tanpınar)

"Mistik...İşte en korkunç şey. Bir kere ayağınızı topraktan kesmeyin. Herşey olursunuz, havadan kaptığınız her şey...Çünkü uzviyetinizde parazitler konuşu, insanlık mistiği, kuvvet mistiği, ırk mistiği, hacalet, ıstırap mistiği...Çünkü tanrılık yanı başınızda bir aktör elbisesi gibi asılıdır, derhal giyinmek öyle kolay ki...Bir kere insan tanrılığa alışmasın. Mutlak bir fikir olduğu, hakikatin tek göründüğü yer olduğunu sanmasın"

rüya -I

Eski bir rüyaydı. Taa liseden.

Bir şekilde benim olmayan bir eve giriyorum. Bahçeşehirde ve tüm Bahçeşehir evleri gibi özenli ve sıkıcı bir salonda televizyon karşısında pijamalarıyla hitler, pinochet ve mussolini üçlüsünü buluyorum. Yıllardır burda saklanıyorlarmış (o aralar pinochet'nin yargılanması tartışılıyordu). Herhalde birkaç liseli öfke cümlesi savuruyorum ve evden çıkıp onları ispiyonlamaya gidiyorum.

Yakalanıyorlar ve hakettiklerine kavuşuyor olmalılar ki rüyanın sonraki kısmında bu sefer televizyon karşısında olan benim. İstiklal Caddesi'nde onbinlerce insan faşizme karşı yürüyor ve ellerinde benim fotoğraflarımın olduğu dövizler, pankartlar var. Kahraman olmuşum.

"Keşke bunu daha gürültüsüz halletseydim" diye düşünüyorum "Şimdi sokağa çıkamayacağım, herkes beni tanıyacak"

rüya III

Rüya egosintonik bir disasosiyasyon. Kendinden başkası olmayı da deneyimleyebilir insan bu disasosiyason teneffüslerinde. Geçmişte rüyalarımda çinli, sarışın ve kedi olmuşluğum var. Bu aralarsa daha çok olmadığım gibi insanlar oluyorum.

Bir yerdeyiz. Çok büyük bir yer, ayrı ayrı binalar, kampüsümsü. Zaten bilimsel bir amaç için ordayız sanırım. Kongre değil ama çünkü mülakatlar yapılıyor ve uzun formlar dolduruluyor. Geçmişimizi anlatıyoruz ama akademik olmayan ayrıntıları da. Nerden geldiğimizi, çocukken ne oynadığımızı soruyorlar. Benim mülakatım yapılırken odada bir çocuk var, aynı yerlerden geldiğimizi söyleyip bana yaklaşmaya çalışıyor. Hatta yaklaşıyor da, elimi tutuyor, saçımı okşuyor, kolunu omzuma atıyor. "Defolsana" demiyorum, "sen ne yapışık bi organizmaymışın" demiyorum. Hoşuma gitmiyor ama tedirgin de olmuyorum. Yokmuş gibi davranıyorum.

Newroz'un mülakatı benden önce bitmiş ve o sırada bir arabamız var, mıncık, newroz ve ben beraber gelmişiz o arabanın içinde. Mülakatım bitince kapıya çıkıyorum ve newrozu arıyorum, sınıftaki kızlar ordakilerden birinin arabasıyla gidecekler, beni de çağırıyorlar. Newroz beni kapıda beklememiş ama ben budalaca bir saflık içindeyim. "Şu aşağıdaki kavşağa ineyim beni ordan alacak" diyorum. Hakikaten de birazdan Newroz'un arabası görünüyor ama bana geleceği yerde başka bir yola sapıp kayboluyor. "Seni almadı işte, o yoldan buraya geri dönülmez bizle gel" diyorlar ama ben budalalığımı sürdürüp beklemeye devam edeceğimi söylüyorum. Üstelik de etraf gitgide ıssızlaşıyor.

Böyle bir reddetmek, öfkelenmek bilmez bir budalaydım işte rüyamda. İşin ilginci uyanır uyanmaz çok öfkelendim. Daha da ilginci rüyayı ona anlattığımda Newroz'un büyük bir ciddiyetle "O yoldan dönüp gelecektim biraz sonra" demesi. Gerçek hayatta.

12 Mayıs 2009 Salı

morning glory/sabah sefası/ipoemea



geçen sene yamuk yumuk bi tohumdan en alttaki resimdeki gibi filizlendi.

Sonra böyle çiçekler açtı, sadece mor çiçekli olanın resimleri var ama mavisi ve beyazı da vardı. Yukardaki hale gelmeleri 2 ayı anca geçmiştir herhalde.

Kışa yaklaşırken kurudu ama hala oraya buraya dolanmış ölü dallarının üstünde tohumlar var, birkaç yerde de filizlenmişler.

10 Mayıs 2009 Pazar

kedilerin bilime katkısı



Kediler ne güzel hayvanlar. Asırlardır insana bacak kadar bile olmayan tüylü şapşal bir hayvan tarafından parmakta oynatılmanın nasıl birşey olduğunu öğretiyolar.

Ama sadece bunu öğretmiyorlarmış meğerse. Meğerse kedi çişi fareler için çok etkili bir travmatik uyaranmış. Bu sayede fareler, bazı insanların felaketlerden sonra yaşadığı travma sonrası stres bozukluğu(TSSB) belirtilerini gösterebiliyor ve en önemlisi insanlar için faydalı olacağı düşünülen maddelerin etkinliği üzerlerinde deneniyor.

TSSB'nin hayvanlarda modellenmesinin ne kadar zor olduğu düşünülürse tüm travma mağdurları ve profesyonelleri adına kedilere çişleri için teşekkürlerimi sunuyorum.

7 Mayıs 2009 Perşembe

bir tiyatro sitesinin aylık program linkinde neden oyunlardan değil de sahnelerden birini seçmek zorundayız?
Evimizin yakınındakine ne oynuyorsa ona gideceğimiz mi zannedilmiş?

ka'ya

"on kere demedim mi sana sevme dokuz yar
sekizde sefa yedide vefa olmaya zinhar
altı ile beş dört ile hiç başa çıkılmaz
üçün ikisi terk ede gör taa kala bir yar"

son günlerde vermiş olduğum zahmete karşılık bu şarkıyı tüm notalarıyla birlikte benden mütevazi bir armağan olarak kabul etmesini istiyorum...

hepsini ben yetiştirdim




and in the naked light I saw
ten thousand mıncıks maybe more
mıncıks talking without speaking
mıncıks hearing without listening
mıncıks writing songs that voices never share
no one dare
disturb the sound of mıncık
Science is not about what you think, it is about what you ask.

6 Mayıs 2009 Çarşamba

tilki, kirpi ve yunus emre

"Sen sana ne sanırsan
Ayruğa da onu san
Dört kitabın manası
Budur eğer var ise"

Bilgi ile bilgelik arasındaki fark çok şey bilen tilki ile tek ama büyük birşey bilen kirpi arasındaki farktan daha fazla.

Yunus Emre herhalde bugün yaşayan ve internet kullanan herkesten daha az şey biliyordu dünya ve hayat hakkında. Birçoğumuzun ne kadar öğrenirse o kadar uzaklaştığı bir doğruyu ise bugüne dek üzerine milyonlarca satır yazılsa bile kimse onun kadar vurucu ifade edemedi.

"Ben...", "Ama ben...", "Peki ben..." diye başlayan her cümleden sonrasına anahtar olması dileğiyle...

5 Mayıs 2009 Salı

mikuriya'dan

Cannabis is leading the way for a more holistic type of medical care, a general revolt against corporate rationed care and traditional pharmaceutical company approaches to medicine. Patients use marijuana to get off toxic drugs. They find fellowship in compassion clubs. They find empowerment in fighting against prohibition, standing up to police and demagogues. Our opponents can threaten our freedom, but they can't kill our spirit.(2001)

puslu tarih atlası

"Dil devrimini affedemiyorum" demişti tevfik fikret'in izini süren bir arkadaşım.

Osmanlı bir bütün olarak üzerinde en tutarsız tartışmaların döndüğü tarihsel olgulara yataklık ediyor. Çarıktan, festen, padişah diktasından, kız çocuklarının okula gönderilmemesinden, okula gönderilen çocukların mahalle mekteplerinde falakaya yatırılarak soldan sağa yazmayı öğrenmesinden, en kabaca en kısaca "cehalet"ten kurtulmamızı ders kitaplarında sevinçle kutlanmış halde öğreniyoruz.

Osmanlı gerçeği ile bu gerçek başlığı altında kağıtlara yeni harflerle yazılanlar arasındaki boşluğu "biz aslında en düşmüş halimizle bile tüm dünyadan, batıdan, herkesten üstünüz" diye sayıklayarak kapatmaya çalışıyoruz.

Belki bunun miladını daha gerilerden, mesela 1908'den almak gerekiyor. O tarihten beri savaşlar, devrimler, darbeler, iç savaşlar ve kanlı/kansız başka çatışmalarla sürüp giden hesaplaşmaların merkezinde "gericilik" ve "ilericilik" kulvarları her daim baki.

Tarihi sürekliliğinden koparmasaydık şimdi bu kadar gerici, bu kadar körüne ilerici, bu kadar reddedici, bu kadar sahiplenici, bu kadar kimliksiz, bu kadar fragmante olur muyduk?

Puslu Kıtalar Atlası 35 baskı yapmış. Ama hayır bu soruya cevap vermek gibi bir iddiası olmamış. Okuyanı elinden tutmuş 300 yıl öncesine, topkapı surlarından ötesinde eşkiyaların gezdiği, Galata'da dünyanın her yerinden koparılmış esirlerin bu şehrin bir parçası olmak üzere satıldığı, Haliç kıyılarına korsanların yanaştığı, çok kültürlülüğün, çok kimlikliliğinin ve hatta kardeşliğin tanımlanmasından çok önceleri 72 miletten insanın cirit attığı bir İstanbul'a götürmüş.

Ve orda tarih bilgisinden daha değerli bir şeyler var. O tarihin öznesi, nesnesi olmuş insanların zihinleri, Descartes'a kafa tutan deneyimleri, beyaz önlüksüz ve gözlüksüz yaptığı elkimya deneyleri var. Sarayda öldürülenlerin cesetlerini çalarak anatomi atlası hazırlamaya ömrünü vakfeden, yaklaşan kıyameti engellemek için zamanda geri dönmeye hırslanmış bilim insanları var. Şimdinin gözleriyle bakıp "fantastik" ya da "büyülü gerçekçilik" diyebileceğimiz tüm öğelerin o zamanın dokusu, o zamanın aklı içinde "gerçek" olduğunun şaşırtıcı ve aydınlatıcı vurgusu var.

Marquez batılı eleştirmenler tarafından büyülü gerçekçilik akımının öncülerinden sayılıyor. Oysa kendisi Yüzyıllık Yalnızlık'la ilgili "Benim yaşadığım yerlerde bunların hepsi gerçekti" diyor.

Dün vitaminlere inanırdık, bugünse antioksidanlara inanıyoruz. Bir atomun içinde nelerin döndüğüne ve nelerin dönmediğine, öğrenmenin beyinde yol açtığı protein sentezine, yerin yedi kat altındaki ateş toplarına ikna olduk. Bugün inandıklarımızdan bazılarını hiç görmedik, duymadık, dokunmadık, birçoğunu da pek azımız gördü ve geri kalanlarımız onlara inanıyoruz. Kollektif olarak güvendiğimiz insanlar söylediği ve başka güvendiğimiz otoriteler de onayladığı için "bilmiyor ama inanıyoruz". Gerçekliğimiz bugün de inandıklarımızın toplamı. Pozitivizm bu anlamda sadece "ne koşullar altında inanmamız" gerektiğini söyleyerek birçok alanda "bilinebilir" olana sınırlar çizdi.

300 yıl önce güvendiğimiz insanlar bize uzak denizlerdeki kayalıklarda deniz kızlarının şarkı söylediğini söyleyecekti ve biz de gerçekliğimizi deniz kızlarının da olduğu bir dünyada şekillendirecektik. Belki belki kimbilir.

---to be continued---

2 Mayıs 2009 Cumartesi

mayısın en güzel günü

Aynı eylem içinde en son birlikte bulunduğumuzda Pinhan anarşist, Hasretle ben ise sosyalisttik. Çalar saat, uyku, kahvaltı, merak ve barikat gibi bir sürü önemli sebepten dolayı, Pinhan sosyalist olan babası ile sosyalistlerin toplanma noktasına giderek bizden 1 saat kadar önce meydana çıkmayı başardı. Hasret'le ikimiz ise anarşistlerin toplandığı yerin oralarda, Dolapdere'den Cihangir'e kocaman bir labirent içinde Taksim Meydanı'ndaki peynire ulaşmaya çalışan fareler gibiydik. Barikatlarla çıkmaz sokağa çevrilmiş olan sokaklar dışındakilerde ise çoğunlukla biber gazı ve aşağı doğru koşanlar gibi koşullu korku uyaranları vardı.

Anarşistler rol çalarken

Özellikle de eylemler sırasında şiddete başvuranlardan "anarşist" diye bahsedenler bu 1 mayısta haklıydı. Yasadışı oluşumların uzantıları olan sol gruplardan beklenen cam kırma, molotoflama, barikat yıkma gibi eylemleri bu sene gerçekleştirenler anarşistlerdi.
Sosyalistlerin böyle eylemleri gerçekleştirebilmek için her aşaması çok gizli uzun toplantılar, eğitimler, sınamalardan geçtikleri yerde anarşistler internetten örgütlenerek, bir gece önce tahminen çok eğlenerek, gizlenmeden ve büyütmeden sapanlarına taş, çantalarına molotof doldurdu.

Evet uzak hedeflere kilitlenmeden eldeki olanaklarla tepki vermek anarşistleri komünistlerin karşısında avantajlı kılıyor. Ama tepki amaca hizmet ediyorsa işlevseldir. Bu noktanın dışında "şiddetin meşruluğu" şimdi tartışmaya başlarsak bitmeyecek kadar uzun bir konudur ama yine de sağduyudan yana olduğumu söylemek isterim.

Ne o bankaların camı umrumda, ne de en insancıl güç gösterisi "dağılın laynnn" diye hönkürmek olan polislerin canının yanması. Ama şiddet eylemine katılmaya ve sonuçlarına katlanmaya onay vermemiş insanları hesaba katmamak bir etik ihlali. Herkesin amacı Taksim Meydanı'na ulaşmakken bu konudaki çabaları boşa çıkaracak her molotof bize geri dönmüş demektir.
Geçen sene yine Hasret'le birlikte polisten kaçmadık taş atanlardan kaçtığımız kadar. Hele bir de polisin üstüne biber gazı atmaya çalışanlar olmuş, kimbilir kaç eylemcinin nefesini kestiler.

Herkes için en iyi olacak şeyi kendi bildiğine inandığı için kendi eyleminin başkasına getirdiği sonuçları önemsemeyen bir cesaret timsali olmaktansa saftorik bir şiddet karşıtlığını yeğliyorum.

Kul oldun köle oldun kurşun geçirmez cam oldun

Şiddet ve 1 mayıs demişken, türk polisi, türk emniyet müdürü ve türk valisi bu sefer de rollerini eksiksiz yerine getirdi. Polis olmak, üniforması olmadan bir hiç olanlara en iyi ihtimal evleri dağıtıp bırakma, karşısındakini böcek yerine koyma ve kadın karşısında yıvışıverme ayrıcalıklarına sınırsız ve sorgusuz erişim hakkı sağlar. Cinayet, tecavüz ve işkence ise daha mütalaalı olsa da bu adamcıkların kullanmaktan pek çekindirilmedikleri haklarıdır.

Bu sene kimseyi pek şaşırtmayan polis teşkilatı ise hiç özlemediğim televizyon maskaralıklarından biri olan "Habertürk"e göre "şiddet karşıtı grupların şiddet eylemlerine bile izin vermeyecek bir esneklik içinde" imiş. Mantıklı cümle kullanmayı öğrenememiş insanların eline mikrofon vermemelerini rica ediyorum bu kanaldan. Ayrıca arkanızda gaz bombaları patlarken şiddetin kanıtı olarak gösterdiğiniz üç tane misket kimseyi güldürmüyor.

Bu kanalın başka bir güldürmeyen iddiası ise "polisin nabız ölçtüğü" idi. İddiaya göre polis herkesin nabzını ölçmüş, nabzı yüksek çıkanların çantasını aramış ve molotof kokteyli buluvermiş.Ah tıp bilimi sen nelere kadirsin! Silahı üzerine çekinmeden boşalttığınız onca insandan sonra kim size çarpıntısız yaklaşabilir ki?

Seneye eylemcilere beta blokeri, polislere ise yalan makinesi öneriyorum.

1 Mayıs Sıkıcıları

Sıkılmak önemli bir işlev. Kahveye sarılmaya, düşünmeye ve kaçınmaya yol açar.

Bu 1 mayısta maruz kaldığım kişiler arasında en sıkıcısı Habertürkü izlediğimiz çay ocağındaki mahallenin hacı amcası tipli adamdı. Polisin haklı olduğunu, sabah burda yedi kişinin kafasının yarıldığını dünyanın en özgür ülkesinin Arabistan olduğunu yüksek sesle ve 20 kelimeyle uzun uzun anlattı.

Bazı sıkıcılar ise orta yaş ve üstü solcular arasından çıktı. "Hazır gençleri bulmuşum bilgilerimden faydalandırayım" diye düşünerek "Polis yolları emekçilerden korktuğu için kapıyor,doğruyu söyleyenlerden korkuyor bu polisler" gibi hakkaten de kimsenin aklına gelmeyecek tespitleri yüksek sesle ve daha çok kelimeyle dile getirdiler.

Bir de ayna karşısında prova edilmiş mimiklerle çevresine emir yağdıran üniversiteli delikanlılar gördüğüm yerde daha çok sıkılmamak için kaçmaya çalıştım.

"Sıkıcı" kategorisinde değerlendirerek "baskılama" ve "yok sayma" gibi niteliklerine haksızlık ettiğim pankart açıcılar ise her zamanki gibi iş başındaydı. Herkesin istemeden bulunduğu ara sokaklardaki -kesinlikle heterojen- kalabalıkları kendi kitesi saymaktan hiç çekinmeden imzalı pankartını açarak, kendi propogandasını yapan slogan atanlar o kalabalığı dört bir yandaki ara sokaklara itmek konusunda üstün başarı gösterdi.

Son olarak teşekkür

Gün boyu birbirimizi hiç kaybetmeden düşe kalka beraber ilerlediğimiz Hasret'a. canlı telefon bağlantısıyla bizi yönlendirip alana giriş noktalarından haberdar eden Pinhan'a, bizi labirentten çıkış yoluna götüren Niko'ya..
Barikatları aşanlara, barikatları açanlara...

...veee görüşmediğimiz onca yıldan beri aklını da kendini de değişmekten korkmadan güzel tuttuğu ve hala ortalığa onca neşe saçabildiği için Kostik'e.


Zihnimiz Bizimdir Hareketi Bildirge Taslağı

1. zihnimiz bizimdir. onun üzerindeki tek irade bize aittir.

2. zihnimiz üzerindeki irademizi teslim almaya çalışanlar suçluysa zihnini teslim edenler de onlar kadar suçludur. zihnimiz sorumluluğumuzdur.

3. zihnimizin işleyiş, gelişim ve değişimine ilişkin tüm bilgiler bizim hakkımızdır. bu konuda bizi yanıltanlar cezalandırılmalıdır.

4.Zihnimizin algılayışımızı, algılayışımızın eylemimizi, eylemimizin dünyayı değiştirdiğini bilmemiz elzemdir (ka'ya teşekkürlerle)

rüya II

rüyamda olmaya çalıştığımdan başka ama olduğum biri de değildim.

önce uzun süredir görmediğim bir tanıdıkla artık yüzünü görmek istemediğim bir eski sevgiliye rastlayıp tepebaşından şişhaneye doğru onlarla yürüdüm. sonra ikisi de aynı şey için aday olacaklarını söylediler. eski sevgilime kendisine oy vermeyeceğimi söyledim.

sonra bir garson beni dövmeye kalktı. önce lokantada sonra uçakta. uçağa eski sevgilim bindi. beni korumasını istedim. kendisinden hiç hoşlanmadığım biri beni korumak istemedi diye çok öfkelendim, kötü rüya kabusa dönüştü.

sonra bir pencereden boğaz köprüsünü gördüm. denizi görmedim. ama boğaz köprüsü yakınsa denizin de kaçışın da yakın olduğunu düşündüm. sadece düşündüm.

aslında belki üçü de başka rüyalardı...

30 Nisan 2009 Perşembe

give me a reason to be a woman...

http://www.loriginedumonde.com/

orda kadınlar en çıplak halleriyle aynı kadındır.

29 Nisan 2009 Çarşamba

mayısın birine iki kala paris baharından










Afişler: http://www.art-for-a-change.com/Paris/paris7.gif

esrar "ölümde ısrar" mıdır?

biz istatistikleri pek çok severiz. bu istatistiklerin bize her zaman doğruyu yansıtmadığını bilsek de bizim dışımızda da birileri tarafından kabul edilen şeylere inanmak "salak durumuna düşmemiz" riskini minimuma indirir.

istatistikler diyor ki;

1997'nin başı ile 2005'in sonu arasında geçen 9 yıl boyunca birincil sebep olarak esrar kullanımına bağlı ölümlerin sayısı 0(yazıyla sıfır).
aynı oran FDA onaylı 17 ilaç için 10,008.

beyaz önlüklü insan bedeni otoritesinin elinden aldığımız ve bir sürü üst düzey insan bedeni otoritesi tarafından onaylanmış bir ilacı yutarak ölme ihtimalimiz, kirli ve ıssız bir sokakta tehlikeli bir pis sakallıdan aldığımız otu içerek ölme ihtimalimize göre ne kadar fazla, onu da hesaplamalı istatistik otoriteleri.

times'a kapak olan bir çalışma yayınlayıp sonra onu bilimsel yayınlardan çekmeye benzemez bu iş.
dezenformasyon bile bir yere kadar.



not: söz konusu istatistik şu linkteki IV. maddede
http://medicalmarijuana.procon.org/viewresource.asp?resourceID=000145

a single word for cannabis

Weed, pot, hash, ganja, marijuana, cannabis.

These are the most commonly used names for the same production of the same plant besides thousands of other names called by millions of people. Since it is an illegalized plant for many decades and since words for illegal entities are mostly pronounced in disguise, and since every illegalized thing (especially if it is creditable for a signicifant share in societal creation) has a high affinity for sub- or counter-cultural formations; the names calling the substance are varied and even diversified.

Nevertheless, it is pretty much clear why we have so many colloquial words for a single drug derived from the single plant.

However in science the entities "must be" distinguished and named accurately. Although some of the findings (such as mental illnesses or the effectiveness of the drug Ritalin) which are described, differantiated and named by science authorities are highly controversial, cannabis is not one of them. It is a plant very easy to identify, its crops are used for various purposes for centuries with almost no unexpected effects and it contains major two compounds responsible for these effects. Also these compounds and their organic behaviours are more or less described and well documented.

So, since it is obvious we are not talking about different substances under the names of "cannabis", "cannabinoids" and " marijuana", then why does a researcher need to search for all three of these keywords in order to find answers on the same substance?

It is clear that we need a standardized scientific name for this drug.

28 Nisan 2009 Salı

varım öyleyse korkuyorum

cesarete karşı dizdiğim bunca övgüye rağmen korkunun organizma için ne denli hayati bir işlevi olduğunu kabul ettiğimi söylemeden geçemeyeceğim sayın akademi üyeleri...

çocukken "çekirgegördümçekirgegördüm" diye tepinerek ağlayacak kadar tırsonik bir çocuk olan sevgili kardeşimin bugün snowboarduyla ıssız dağlarda fink attığını benimse deniz anasını eline alıp başka çocuklara atabilen bir yaradılıştan biraz ıssız bir sokakta arkamı kontrol etmeden yürüyemeyen bir kadına evrildiğimi belirtmeyi borç bilirim...korkuyla cesaretin tasolar kadar kolay değiş tokuş edilebildiği yıllar o kadar da belirlemiyor yani sonraki yıllarda olacakları...(freud'un bu konudaki umutsuzluğu ayrıca iç karartıcı, çoğunlukla da geçersizdir. nikbinliklerden yanayım)

şöyle şeyler de gördüm vaktiyle;

bol iddialı bir eylem kortejinin, polis kortejinin iki adımıyla çılgıncasına dağıldığını, sonra yükselen kortizonu dengelemeye birebir olan çay içmeye gitme merasimlerinde tüm kortej bireylerinin ayrı ayrı kahramanlık hikayeleri anlattığını...

sonra kapının dışındaki testereli grubun içeri camları kırarak ulaşan taşlar yağdırdığı, içerde de bir grubun ellerindeki sopaları sallayarak slogan attığı bir çatışmada, dersten çıkıp da bu ses ve öfkenin ortasında kalan bir kızcağızın ağlamaya başladığını. O sırada barikata taşınacak birşeyler arayan bir kızın onu "sus lan hem apolitiksin hem de ağlıyorsun" diye azarladığını...

bu denli uzaklaştığın, bu denli yabancılaştığın bir şeyle nasıl ilişki kurabilirsin ki? en temel güdülerinden birini reddetmişsin insanın, onu ağaçların üzerinden uygarlıklara taşıyan itici gücü görmezden gelmişsin. ona nasıl yaklaşabilir nereye taşıyabilirsin ki?

korkmaktan korkmaksa yürüyen merdivenlerde ters çıkmaya çalışmak gibi gereksiz enerji sarfiyatı, hediyesi olarak da at gözlüğü

kurtuluş mutlaka ellerimizde


nihan, son 24 saat içinde iki farklı yazısı ve mail üzerinden yaptığımız sohbet sayesinde söyle bir olasılık üzerine düşünmemi sağladı

korkuya karşı cesareti seçmek gibi olasılık olduğunu düşündüm. şöyle ki mesela karşımıza çıkan durumlar karşısında korku tepkileri verebildiğimiz gibi cesaret tepkileri de verebiliyoruz. mesela bir tacizcinin karşısında kilitlenip kalırken başka birinin testislerine tekmeyi indirebiliyoruz. birçok parametrenin etkilediği bir değerlendirme sonucu bu tepkilerden birini sürdürüp diğerini bırakabiliyoruz.

biliyoruz ki öğrenilmiş çaresizlik doğuştan gelen değil sonradan oluşan bir tepki biçimi. yani o çaresizliği kabullenme noktasına gelene kadar aslında cesaret göstermiş ve başka çözümler de denemişiz.

aslında korkarak, "savaşmak" ya da "kaçmak" arasında bir seçim yapmış oluyoruz.

belki çok da abartmadan, çok da tantana çıkartmadan, üzerinden çok para kazanıp/kaybetmeden geri dönüp cesaret gösterdiğimiz durumlara bakmakla yetinebiliriz.

orda daha çok "hayır" diyebiliriz ve daha çok sorabiliriz belki "neden" diye.

bloglamaya başlarken

zaman zaman denk geliyorum.

köri soslu tavuk tarifi, leke çıkarmanın püf noktaları, nernst denklemi, kamboçyanın tarihi, kediniz çok ısırıyorsa ne yapmanız gerekiyor (bişey yapmayın, kedi o demek zaten), istanbulda balık tutulacak yerler...söyleyecek sözü olmamakla suçlanan bir kuşağın kendini gelmiş geçmiş tüm kuşaklardan daha fazla cümleyle ifade etmesi ilginç.
modernizmi aşırtıp geçtiğimiz şu çağlarda ortak cümlelerimiz olmasın varsın.

yine de insanın yüreğini coşkuyla gümbürdeten zamanlar değil bunlar. o yüzden bu zamanda yeni bir damga oluşturacak değişimler karşısında ben hemen burnumu kıvırmaya başlarım

ilk tanıştığımda direnç göstermeyeceğim tek yenilik zaman makinesi olur herhalde.

tozlardan ve kırıntılardan kendi kendine kurtulan evler icat ederlerse de hayır demem..

ama sırasıyla bilgisayar, internet, mail adresi, cep telefonu, sanal sözlükler ve bloglara direnç göstererek kasetlerin, kitapların ve fihristlerin en kutsal kaynaklar olduğu çağlara dönmeye çalıştım. olguların tamamını "iyi" ya da "kötü" diye sınıflandırmaya çalışarak gayet gerzekçe bir tutum gösterdiğimi teknoloji ile ilgili değil tamamen başka bir alanda, başka vesilelerle fark ettim.

artık şarkılar, filmler ve düşüncelerle idare ediyorum.

rüya 1


kedimi bilimsel bi araştırmada kullanmışım. minicik beyninin eegsini çekmişim ve o araştırmada çok acayip sonuçlar ortaya koymuşum.

sınıftan arkadaşlarımla posterimin asılı olduğu salondayız. herkes kedimi görmeye geliyor. kedimse sınıfta kedi fobisi olan tek arkadaşın omzunda. kedim sevilirken ben de orda olmak istiyorum çünkü birinin kedinizi sevmesi, çok sevdiğiniz bir şarkıyı veya filmi başkasıyla da paylaştığınızda onun da beğenmesi gibidir.

kedinin o saniyenin onda birlik bir zamanında yüzünda oluşan ifadeyi görüp de onu ısırmak istemek, bu isteği biriyle paylaşıyorsanız daha güzeldir.