26 Şubat 2011 Cumartesi

gevezelik


biraz grafoman bi sevgilim vardı, eski defterlerinin boş sayfaları, plan proje kağıtlarının, hesap defterlerinin, ders notlarının arkasından karaladığı birşeyler çıkardı hep. O zaman mahremiyet ilkesinden bi haber miydik, umrumuzda mı değildi her bulduğumu okurdum, kavga çıkarttığım bile olmuştur "hani burçakla aranızda hiç bişey olmamıştı" falan diye. böyle şeyleri düşününce ekşi sözlükteki otuzluk ablalarından sözlük genç kızlarına öğütler başlığına yazasım geliyor, boşu boşuna böyle yormayın kendinizi otuz yaşına gelince sevdiğiniz adamın facebook sayfasına bile bakmaz olacaksınız diye.

otuz yaş güzel şeymiş netekim, zaten ben 29a girdiğim anda sorana sormayana 30 yaşındayım demeye başladığım için -29 çok pis bi yaş, 30muşsun da yalan söylüyomuşsun gibi- o psikolojik eşiği de pek tınmadım sanırım. başlangıçlı bişey bi kere 30'lu yaşlar var yeni başlıyor ama önemli bazı şeyler de bitmiş kabul ediliyor, mesela artık "böyle diyosun ama ilk sen evlenir, 3 de çocuk yaparsın", "şimdi sen mezun olunca sosyete psikologu olursun ne gülerim ha" laflarını falan duymuyorsun, olmuşsun işte ne olacaksan. çok da olmamışsın ama gençsin biraz hala.

bu aralar üniversitede, kafede, barda benden 10 yaş küçük gençlerin muhabbetlerine falan kulak misafiri olduğumda yaşlandığım için ellerimi açıp şükredesim geliyo. o toyluk, o kendini beğenmişlik bi de karşısındakini aptal yerine koyma mallığı da eşlik ediyorsa, ne çekilmez, ne itici yapıyor en isa tasvirine benzeyen güzelim oğlanları bile. yaşıtlarım arasında saçı dökülmemiş erkek kalmadığında, uzun saç fetişim beni genç erkek düşkünü dejenere bi kadına dönüştürür mü diye korkmuyorum artık sayelerinde.

ne diyordum nasıl dağıttım konuyu, yaşlandıkça bunlar da geçiyomuş geçen brain story belgeselinde izledim, yaşlılar aynı anda hem kelime dizisi ezberleyip hem de engellerin üzerinden geçerek yürümeyi başaramıyolar. birini yaparlarsa diğerini yapamıyorlar. ama gençler yapabiliyor bunu. belgeselde bunu yaşlılığın az göreve daha iyi odaklanma becerisi getirmesi olarak iyimserce yorumlamışlar ama bana lazım biraz o beceriden...neyse diyodum ki şu grafoman sevgilimin yazdıklarını okurken onu yazdığı sırada oğuz atay mı, vedat türkali mi okuyor çok belli olurdu. ben de bu aralar pucca'nın blogunu okuyorum, biraz fazla okudum galiba onu okurken aklımdan hep burda yazdığıma benzer cümleler geçiyor. yazmaya başlarken vazgeçmiştim "bana göre değil böyle laubali biçimde kendinden bahsetmek" diye, sonra dedim ki iki buçuk kişi takip ediyor zaten blogumu, biri sütyen askımın ne renk olduğunu bilir, diğerine de beynimin, duygularımın haritası olsa açar gösterirdim kimden çekincem, bu laubaliliği de yaptım gitti.

yalnız kendilikle ilgili yeni tanımlar yapmamız gereken bir çağa girdik sanırım, internet yüzünden oluyo sanırım hep. herkes ne kadar kıymetli, herkesin sözü, herkesin fikri ne kadar değerli, herkes ne kadar dünyanın en bişeyi, ben biraz yorulmaya başladım. hele de allahın belası meslektaşlarımın -şu meslekten bu kadar soğumamın birinci sebebi stklardaki pay kapma kavgasıysa, ikincisi de onlardır- ekmek teknesi dinlemek ve anlamakken görünürde, bir tanesi mi sorduğu soruya verilen cevabı bile aklına gelen ilgisiz bişey için bölmeden dinlemeyi beceremez? geçen sene her toplantıdan sonra bir sivilce çıkarırdım, neyse ki bu sene 30 yaşındayım, gülüp geçemesem de geçen seneki kadar dert etmiyorum.

ama sanırım şöyle oluyor bu durum, bu insanların psikolog olma isteğinin altında güç arayışı yatıyor temelde, bi de buna kolay yoldan ulaşma uyanıklığı tabi. sonra al eline en güçlü iktidar aygıtlarından birini; "değerlendirebilme yetisi"! hanfendi almış diplomasını, ordaki herkeste var aynı diplomadan ama bir şekilde onlar kendi kadar yeterli değil, doğru okuldan mezun değil, doğru ekole angaje değil, doğru bir cv'ye sahip değil, gözünün üstündeki kaşı doğru yerde değil, değil işte değil, en yeterli, en psikolog o. görmedin bile bahsedilen insanı hiç bilmessin sus di mi? yok hayır konuşucak "kişisel öfkelerini politik bir dile tercüme etmek yoluyla" diycek önyargılı olduğu insanı itin götüne sokcak illa. ya da önyargıya bile gerek yok, yapabiliyor ya, o yetkiye sahip ya, yapsın anasını satayım.

bi de şu "öfkeli" sıfatına atfedilenler de beni küplere bindiriyor. öfkeliysen mutlaka haksızsın. en olmadık şeyi en ahlaksız biçimde öne sürmüşsün, öfkelenmiyim de napıyım. sonra "öfkelisin feneradası", yani "haksızsın". sen bunu kabul etmeyip biraz daha öfkelenirsen, "sert"sin, sen orda yokken de "kişilik bozukluğusun" falan kimbilir.

daha fazla öfkelenmeden sonlandırıyorum ben bu girişi.



2 yorum:

  1. yahu bunları böyle kendinle, kendince yazmanı o kadar sevdim ki, nasıl özleyeceğimi şaşırmamın yanında sevgiyle doldum beynine yine.

    hani, yine, hep bir benzeşli değerlendirişler, fakat bunları senin, yine, daha güzel dile getirmen gibi.

    pucca okuduğunu söylediğinden bu yana aylar geçmiş ve bu yazıyı da şubatta yazmışsın üstelik.
    geçen zamandan da utanıyorum bak şimdi!

    YanıtlaSil
  2. ama ben böyle şeyleri yüzyüze konuşmayı da çok özledim. toplantılara sen de gelsen çok pis dedikodu yapardık gibime geliyor ama belki de yapmazdık, senle herşeyin bir asaleti, bi dinginliği var çünkü.
    görüşsek mi ne dersin bu aralar?

    YanıtlaSil