8 Kasım 2010 Pazartesi

araba rüyası

babamın bir sürücü kursu var(dı) ama ben hiç ehliyet almadım, hayatımın komikliklerinden biridir bu da. nasıl olsa bir araba almamı gerektirecek bir hayatım ve zaten araba alabilecek param falan olmayacaktı, sanki doğduğumdan beri biliyorum bunu. ama rüyamda ilk değil, belki üçüncü dördüncü kez araba sürüyorum hem de kendi kendimi şaşırtacak bir beceriyle. her zamanki gibi googledan arattım rüyada x, y, z görmeyi freud, jung ve envai çeşit mistikler nasıl açıklamışlar diye, insanın kendi hayatına ilişkin kontrolü eline alması demekmiş. bu bir saniyelik ego beslemesinden sonra asıl meseleye geçiyorum ki dün gece arkamdan da biri geliyordu, benim araba sürmeyi bilmediğimi çok iyi bilen biri. kimdi hatırlamıyorum ve galiba rüyada da bilmiyordum ama "hay allah az önce sürdüm arabayı ama ya bu tip şimdi arkadan bindirirse bana" diye epey bir kaygılanıyordum. bu kaygımı çaktırmayıp anahtarları aldım ve o beyaz arabayı kırk yıllık ralliciler gibi sürdüm ama o tip beni korkutuyordu, hala da korkutuyor. niye takılıyorsun arkadaşım benim peşime? yürü git yolundan haliçten karşıya geçme. (haliçten karşıda kimse oturmaz)

20 Nisan 2010 Salı

shall I compare thee to a summer day?

neden bu kadar güzelsin, neden sadece duyulara seslenen bir güzellikle yetinmedin de neden söylediğin her söz, attığın her adım bu kadar güzel....bunun bir sebebi olmalı, bu kadar şaşırtıcı birşey sadece rastlantı olamaz, bunca güzel olmanın sebebi değilse bile bir anlamı olmalı. bu sadece genlerin doğru dizilimi ya da özgür bir zihinle, tertemiz bir vicdanla açıklanamaz, olamaz...

18 Mart 2010 Perşembe

rüya yine

bu rüyayı yarı uyur yarı uyanık bir şekilde gördüm ama lucid değildi, uyanıyor uzun bir süre rüyada olanlar üzerinde rüya olduğunu fark etmeden düşünüyordum, sonra yatakta olduğumu fark edip rüyadan çıkabilecek anlam üzerine düşünürken uyuyakalıyor ve tekrar aynı rüyayı görmeye devam ediyordum, bu kısa aralıklarla uzun süre devam etti. uykuyla uyanıklık arasında zihnimin bana oynadığı oyunun sabaha kadar farkına varamadım. sabah da ayrıntıların çoğunu unutmuştum zaten, aklımda kalanlar bunlar;

ama bu rüyanın ilginç veye korkunç bir yanı da yok. yağmur ve biri daha benim evimdeydik ama benim evim, benim şimdiki evim değildi. birkaç katlı, müstakil kapısı dışarı açılan bir evdi, benim evimdi ama aynı zamanda kız yurduydu da. onlarla girişteki salonda konuşuyorduk,cigara sarıyordum ama burası çok gerçekçiydi tüm ayrıntılarıyla görüyordum nasıl sardığımı, kullandığım kağıdın markasını bile hatırlıyorum. sonra birşey almak için aşağıya iniyordum, yanyana bir sürü yatakta kızlar uyuyordu ama hepsi uyuyordu.

yağmur giderken ona sarılıyordum, kemiklerini hissediyordum, garipti çünkü hiç de zayıf biri değildir gerçekte, rüyada da buna şaşırıyordum ama sanırım buna gerçekte zaten şaşırdım.


24 Ocak 2010 Pazar

en acayip gücümüzdür

hayat canlıların kendi sonlarına doğru hareketinden ibaret bir süreç. tarih diye adlandırdığımız şey tarihe karışanlarla yazılıyor. ve eğer sen artık anabolizmik değil katabolizmik bir canlıysan tarihe karışanların sayısı çevrende her geçen gün biraz daha artıyor. bayram ziyaretlerinin sabiti deden tarihe karışıyor, eski sevgilinin senden nefret eden annesinin cadalozluğu tarihe karışıyor, üniversite arkadaşının çocuksuz militan genç kadınlığı, bi avuçluk mıncığın küçük emrah suratı, kuzeninin 3 yaşındaki bombeli yanakları, kardeşinin kendisinden "kardeş" diye bahsettiği zamanlardaki arabası hepsi bir daha asla dokunmanın mümkün olmadıkları en uzağa, geçmişe gömülüyor, tarihe karışıyorlar.
insan doğan, yaşayan, algılayan, düşünen, muhakeme eden, seçen, ölen ve direnen bir varlıktır ve en çok da ölüme direnir. tüm memeliler, belki tüm omurgalılar doğuştan getirdikleri (innate) korkuların ardından saklı senaryodaki ölüm bilgisiyle yaşar ve buna direnmek için öğrenirler. o yüzden de bu canlılar korku ve anksiyete üretirler. insanda ise bu başka biçimler de alır ama konumuz bu değil...konumuz angelus novus. geçmişin geri dönülemezliğini kavradığı anda duyduğu korku ve anksiyete ile tarih meleği.

insanda yanlış tasarlanmış, maladaptif bazı şeyler olduğu düşüncesine hep yakın durdum. bunun bir parçasının da henüz fiilileşmemiş ama her an fiilileşebilir bir gelecekte olduğundan başka hakkında hiçbir şey bilmediğimiz "ölüm" e dokunduğu, ordan geçtiği çok açık bence.

bugün l'ye dokuların bioyolojik yaşlarının aynı olup olmadığını sordum, değillermiş. herşeyin kendi yaşam döngüsü olduğunu sosyal düzlemde kavramak daha kolay elbette. dokunmaya doyamadığın uzun saçları tarihe karışsa bile bir eski sevgiliyle aynı kelimeler ve aynı rahatlıkla konuşabilmek direnmektir ne de olsa, zamana değilse de ölüme. hala ölmemiş bir geçmişin izlerini taşıyan ilişkilere tarihi anıt özeni gösterilmesinden yanayım.


22 Ocak 2010 Cuma

imkansız

uzak ülkelere ya da galaksilere değil en yakına, en küçüğe doğru bir yolculuk yapabilmenin mümkün olmasını istiyorum. sinaps boşluklarında gezinerek agonistlerin reseptörlerle birleşmesini hücre içinde çekirdeğe doğru giden ikincil habercilerin protein sentezini nasıl tetiklediğini görmek istiyorum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

disko disko partizani

nostradamus'un yerinde olsaydım kehanet ederdim ki insanlar bundan dört yüz yıl sonra sık sık kendi rezilliklerini açık açık anlatan şarkılarla dans etmek için çirkin, karanlık ve gürültülü yerlere tıkılacaklar. tarihin en saçma ritüelini gerçekleştirmek için çıldıracak, gerçekleştiremediklerinde çok üzülecekler.
ı want you to be crazy 'cause you're stupid baby when you're sane...

2 Ocak 2010 Cumartesi

a great day for freedom

şimdi takip eden herkesten(sayıyla 2) özür dileyerek sosyololojik bir tespit uğruna sizi şiddete maruz bırakacağım. bunun etik sorumluluğunu almaktansa suçu 80'lerde emekçi mahallelerindeki çocukların soba kurumu, istiklal marşıyla açılan trt kurumu, rutubetten küflenmiş aile kurumu ve yüksek doz militarizm ve turgut özal'a kapuska eşliğinde maruz bırakıldığı küçük salonlara atacağım lakin aşağıda görüntülerini paylaştığım bu cinayet orada gerçekleşti.




"dıt dıt dıt dıt...saat sekiz" diye başlayan haberler bu idamı haber verdiklerinde annemle babam salonun iki ayrı kapısından içeri girip haberi ayakta dinlediler sonra bütün gece ikisinin de ağzını bıçak açmadı. o gün kurşuna dizilmesini izlediğimiz bu adamın fonetik uyumu çok hoş olan ismi bir haftadır o ekranın ve benim düşüncelerimin "kötü adam" kadrosunda yer alıyordu. her ne kadar bir insanın karısıyla beraber öldürülüp de cesedinin karadenize atılması fikri beni ürpertse de buna dünya böyle kötü insanlarla doluyken hiç kimseye bir kötülük yapmamalarıyla gurur duyduğum annem ve babamın üzülmesi bundan 6-7 yıl sonrasına kadar anlayabileceğim birşey olmayacaktı. ama o gece bunu düşündüğümde annemle babamın kendi aralarında oynadıkları bir oyunun kuralı gereği böyle davranıyor olduklarına karar vermiştim.

artık nikolay ve elana'nın tüm dünyanın gözü önünde bir duvar dibinde kurşunlanıvermesinin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra artık annemle babamın bu iki insanın cesedinde can çekişen reel sosyalizme üzülmüş olduğunu anlayabiliyorum.
ama bu reel sosyalizm...bu her zaman biraz netameli. aklı sosyalizme uğramış olan hepimiz için farklı tutumlar aldığımız bir eski sevgili gibi. hala aşık olanlarımız da var, adını anmak istemeyenlerimiz de. ..ama bir sürü pişmanlık ve hep keşke dediğimiz.