insan doğan, yaşayan, algılayan, düşünen, muhakeme eden, seçen, ölen ve direnen bir varlıktır ve en çok da ölüme direnir. tüm memeliler, belki tüm omurgalılar doğuştan getirdikleri (innate) korkuların ardından saklı senaryodaki ölüm bilgisiyle yaşar ve buna direnmek için öğrenirler. o yüzden de bu canlılar korku ve anksiyete üretirler. insanda ise bu başka biçimler de alır ama konumuz bu değil...konumuz angelus novus. geçmişin geri dönülemezliğini kavradığı anda duyduğu korku ve anksiyete ile tarih meleği.
insanda yanlış tasarlanmış, maladaptif bazı şeyler olduğu düşüncesine hep yakın durdum. bunun bir parçasının da henüz fiilileşmemiş ama her an fiilileşebilir bir gelecekte olduğundan başka hakkında hiçbir şey bilmediğimiz "ölüm" e dokunduğu, ordan geçtiği çok açık bence.
bugün l'ye dokuların bioyolojik yaşlarının aynı olup olmadığını sordum, değillermiş. herşeyin kendi yaşam döngüsü olduğunu sosyal düzlemde kavramak daha kolay elbette. dokunmaya doyamadığın uzun saçları tarihe karışsa bile bir eski sevgiliyle aynı kelimeler ve aynı rahatlıkla konuşabilmek direnmektir ne de olsa, zamana değilse de ölüme. hala ölmemiş bir geçmişin izlerini taşıyan ilişkilere tarihi anıt özeni gösterilmesinden yanayım.