24 Ocak 2010 Pazar

en acayip gücümüzdür

hayat canlıların kendi sonlarına doğru hareketinden ibaret bir süreç. tarih diye adlandırdığımız şey tarihe karışanlarla yazılıyor. ve eğer sen artık anabolizmik değil katabolizmik bir canlıysan tarihe karışanların sayısı çevrende her geçen gün biraz daha artıyor. bayram ziyaretlerinin sabiti deden tarihe karışıyor, eski sevgilinin senden nefret eden annesinin cadalozluğu tarihe karışıyor, üniversite arkadaşının çocuksuz militan genç kadınlığı, bi avuçluk mıncığın küçük emrah suratı, kuzeninin 3 yaşındaki bombeli yanakları, kardeşinin kendisinden "kardeş" diye bahsettiği zamanlardaki arabası hepsi bir daha asla dokunmanın mümkün olmadıkları en uzağa, geçmişe gömülüyor, tarihe karışıyorlar.
insan doğan, yaşayan, algılayan, düşünen, muhakeme eden, seçen, ölen ve direnen bir varlıktır ve en çok da ölüme direnir. tüm memeliler, belki tüm omurgalılar doğuştan getirdikleri (innate) korkuların ardından saklı senaryodaki ölüm bilgisiyle yaşar ve buna direnmek için öğrenirler. o yüzden de bu canlılar korku ve anksiyete üretirler. insanda ise bu başka biçimler de alır ama konumuz bu değil...konumuz angelus novus. geçmişin geri dönülemezliğini kavradığı anda duyduğu korku ve anksiyete ile tarih meleği.

insanda yanlış tasarlanmış, maladaptif bazı şeyler olduğu düşüncesine hep yakın durdum. bunun bir parçasının da henüz fiilileşmemiş ama her an fiilileşebilir bir gelecekte olduğundan başka hakkında hiçbir şey bilmediğimiz "ölüm" e dokunduğu, ordan geçtiği çok açık bence.

bugün l'ye dokuların bioyolojik yaşlarının aynı olup olmadığını sordum, değillermiş. herşeyin kendi yaşam döngüsü olduğunu sosyal düzlemde kavramak daha kolay elbette. dokunmaya doyamadığın uzun saçları tarihe karışsa bile bir eski sevgiliyle aynı kelimeler ve aynı rahatlıkla konuşabilmek direnmektir ne de olsa, zamana değilse de ölüme. hala ölmemiş bir geçmişin izlerini taşıyan ilişkilere tarihi anıt özeni gösterilmesinden yanayım.


22 Ocak 2010 Cuma

imkansız

uzak ülkelere ya da galaksilere değil en yakına, en küçüğe doğru bir yolculuk yapabilmenin mümkün olmasını istiyorum. sinaps boşluklarında gezinerek agonistlerin reseptörlerle birleşmesini hücre içinde çekirdeğe doğru giden ikincil habercilerin protein sentezini nasıl tetiklediğini görmek istiyorum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

disko disko partizani

nostradamus'un yerinde olsaydım kehanet ederdim ki insanlar bundan dört yüz yıl sonra sık sık kendi rezilliklerini açık açık anlatan şarkılarla dans etmek için çirkin, karanlık ve gürültülü yerlere tıkılacaklar. tarihin en saçma ritüelini gerçekleştirmek için çıldıracak, gerçekleştiremediklerinde çok üzülecekler.
ı want you to be crazy 'cause you're stupid baby when you're sane...

2 Ocak 2010 Cumartesi

a great day for freedom

şimdi takip eden herkesten(sayıyla 2) özür dileyerek sosyololojik bir tespit uğruna sizi şiddete maruz bırakacağım. bunun etik sorumluluğunu almaktansa suçu 80'lerde emekçi mahallelerindeki çocukların soba kurumu, istiklal marşıyla açılan trt kurumu, rutubetten küflenmiş aile kurumu ve yüksek doz militarizm ve turgut özal'a kapuska eşliğinde maruz bırakıldığı küçük salonlara atacağım lakin aşağıda görüntülerini paylaştığım bu cinayet orada gerçekleşti.




"dıt dıt dıt dıt...saat sekiz" diye başlayan haberler bu idamı haber verdiklerinde annemle babam salonun iki ayrı kapısından içeri girip haberi ayakta dinlediler sonra bütün gece ikisinin de ağzını bıçak açmadı. o gün kurşuna dizilmesini izlediğimiz bu adamın fonetik uyumu çok hoş olan ismi bir haftadır o ekranın ve benim düşüncelerimin "kötü adam" kadrosunda yer alıyordu. her ne kadar bir insanın karısıyla beraber öldürülüp de cesedinin karadenize atılması fikri beni ürpertse de buna dünya böyle kötü insanlarla doluyken hiç kimseye bir kötülük yapmamalarıyla gurur duyduğum annem ve babamın üzülmesi bundan 6-7 yıl sonrasına kadar anlayabileceğim birşey olmayacaktı. ama o gece bunu düşündüğümde annemle babamın kendi aralarında oynadıkları bir oyunun kuralı gereği böyle davranıyor olduklarına karar vermiştim.

artık nikolay ve elana'nın tüm dünyanın gözü önünde bir duvar dibinde kurşunlanıvermesinin üzerinden 20 yıl geçtikten sonra artık annemle babamın bu iki insanın cesedinde can çekişen reel sosyalizme üzülmüş olduğunu anlayabiliyorum.
ama bu reel sosyalizm...bu her zaman biraz netameli. aklı sosyalizme uğramış olan hepimiz için farklı tutumlar aldığımız bir eski sevgili gibi. hala aşık olanlarımız da var, adını anmak istemeyenlerimiz de. ..ama bir sürü pişmanlık ve hep keşke dediğimiz.